İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yanan otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım İnecek var deriz otobüs durur ineriz Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım
Hatırlarım şimdi hiç gidemem deyişini, sakın benden önce yumma gözlerini, ben senden önce ölmek isterim deyişini... Ruhum ve yarım kalmış benliğimle hazırım bu cezayı çekmeye.. Yolun sonu geldi, kalkışa hazırsın artık kaptan. Mecbur ettin beni bu sona oysa aldanırdım ben senin bir gülüşüne! Hoşçakal sevgili.
Ben Mecnun değilim. Ferhat ya da Kerem hiç değil. Üçü de sevdalarını unutana dek sevmişlerdir. Oysa ben unutmak istemem. Seni unutup da serapları, suretleri, türküleri sevmek istemem. Ben seni sevmek isterim, olduğun gibi seni. Sen de beni sev isterim, olduğum gibi beni Görerek, işiterek, dokunarak, birlikte yaşayarak sevmek isterim.
Keşke başka bir şeyler seçseydim bizim için. Oysa gece-gündüz geçişine bayılırdım ben, ve karnımda uçuşan rengarenk kelebeklere... Aşkımızın sembolleri olsun istemiştim, kısa süren özellikleriyle celladı değil.
Nasıl olur da bu kadar kolay yaşanır aşklar? Bu kadar kolay mıdır ki ansızın "tuttuğun bir elin" yüzüne hiç bir şey olmamışcasına bakmak? Duygular mıdır yitip giden, yoksa insanlığımız mı? Bir anlık mıydı, yoksa aceleciliğin verdiği pişmanlık mı? diye sorasın gelir. Ama sorunun muhatabını bulabilmekte gerekir. Birinci tekil şahısızdır ve şizofrenik dialoglar içinde kayıp olunur. Dostça gülümseyen gözlerde benlik arayışına girilir. Artık zamanla varlığından endişe duyulan gece tekil acıların çokluğunda kendini boğarak imha etmeye mahkumdur. Saygılar. Fail-i Meçhul
Çok eski zamanlarda, Avusturya prensesi ve sevgilisi olan şovalye biraz olsun başbaşa kalabilmek umudu ile kırlarda dolaşırlarmış. İkiside aşklarının büyüklüğünden ve sevgilerinin yüceliğinden bahsederlermiş. Şovalyenin prenses için yapmayacağı şey yokmuş. Ne isterse her isteğini bir emir kabul eder ve hemen yerine getirmek istermiş.
Yine günlerden bir gün, iki aşık kırlarda geziye çıkmışlar. Bir yandan gelecek günlerle ilgili hayaller kuruyor bir yandan da yaşadıkları dünyanın güzelliklerinden bahsediyorlarmış. Yüksekçe bir tepede oturup konuşurlarken prensesin gözüne aşağıda akıp giden Tuna nehri kıyılarındaki minik mavi kır çiçekleri gözüne ilişmiş.
"Ne kadar güzel çiçekler" diyerek şovalyeye dönmüş. Şovalye prensesi için o kır çiçeklerinden toplamak üzere hemen ayaklanmış. Tabii o zamanlar şovalyelerin ağır zırhları olduğundan ne kadar hızlı hareket etmek istese de bu zırh şovalyenin hareket kaabiliyetini engelliyor ve hızını düşürüyormuş.
Tepeden aşağıya doğru inen şovalye sevgilisi için kır çiçekleri toplayacağından dolayı çok mutluymuş. Yukardan şovalyeyi izleyen prenses ise o çok beğendiği kır çiçeklerine kavuşmayı heyecanla beklerken bir yandan da ne kadar şanslı olduğunu düşünüyormuş. Nehrin sığ bir yerini bularak kayalara basıp karşı kıyıya geçen şovalye prensese dönüp eliyle bir öpücük gönderip bir de reverans yaparak dönüp çiçekleri toplamaya başlamış. Bu çiçekler gerçekten de çok hoş görünümlü ortaları beyaz kenarları mavi olan minik minik çiçeklermiş.
Kır çiçeklerinden bir demet kadar toplayan şovalye aynı geldiği yoldan geri dönmeye başlamış. Kayaların üstünden ustalıka ve çevik hareketlerle atlayan şovalyenin birden bir kayaya gelince ayağı kaymış ve Tuna nehrinin akan sularına düşmüş. Üstündeki zırhların ağırlığından her geçen saniye dibe doğru gittiğini hisseden şovalye elindeki bir demet kır çiçeklerini hızla savurmuş ve çok sevdiği prensesine var gücü ile bağırmış;
"UNUTMA BENİ, UNUTMA ÇİÇEKLERİ..." diyerek dibe doğru batmış.
Düşelim cennetten yeryüzü oyununa Kanalım sarhoşken şu aşkın yalanına Gireceksek girelim gel kız günaha Öleceksek ölelim şimdi şuracıkta
Yağmura, buluta, yıldıza, aya, kara toprağa, düşen yaprağa sor Var mı aşktan öte? Nemli saçlarına nefes nefesine şu çırılçıplak kıvrılan beline sor Var mı aşktan öte varsa sen söyle..
Boyun eğmez de kadere Açılırsam denizlere sen olmadan, Yalnızlık tek sevgilim olacağa benzer ışıksız geleceğimde Ama yine de gel kollarıma Ödülü ol bu yorgun denizcinin Sarhoş et varlığınla! Aganta burina burinata
bunca yıldır giderim Taksim'e.. üstelik kendi arkadaş çevremde hava bile atmışlığım verdır "Ben varya beeen. bu Taksim'in her yerini ara sokaklarını bile karış karış bilirim" diye.. ama büyük konuşmuşum.. çok ilgimi çekti burası.. oldukça da meşhurmuş okuduğum yorumlardan anladığı kadarıyla... ben PonyoMu da kapıp en kısa zamanda gidiciiiim.. benden söylemesi ;)
Onun ilki, sonuncusu ya da "tek"i olamayabilirsiniz. Daha önce sevdi ve tekrar sevebilir. Ama şimdi sizi seviyorsa daha ne farkeder ki? O mükemmel değil - siz de değilsiniz. İkiniz de birlikte mükemmel olmayacaksınız ama eğer sizi güldürebiliyorsa, iki kere düşünmenizi sağlıyorsa, sizi bir birey olarak hatalarınızla kabulleniyoesa, ona tutunun ve verebileceğinizin en iyisini verin. Günün her saniyesi sizi düşünmüyor olabilir ama size kırabileceğinizi bildiği bir parçasını verecek - kalbini. O yüzden onu acıtmayın, onu değiştirmeyin, analiz etmeyin ve verebileceğinden fazlasını istemeyin. Sizi mutlu ettiğinde gülümseyin, sizi çıldırttığında bunu ona söyleyin ve o yokken onu özleyin.
Devlet Tiyatroları 1 Ekim 2010 günü 20'si yerli, 18'i çeviri 38 değişik yeni oyun ve kapalı gişe oynanan en sevilen oyunlarıyla yeni sezona merhaba diyecek
iki yabancıyız seninle ben aynı sahilde, aynı bankta oturan. aramızda camdan bir duvar ne sesimi duyabiliyor ne kelebekleri hissedebiliyorsun korkuyoruz sen ve ben sonra korkularımızda buluşuyoruz cam duvar sıvılaşıp içimize akıyor sanki bir şeyler kımıldıyor ayak parmaklarımızdan başlayıp gülümsememizle son buluyor sonra kum olup akıyor ayaklarımızın altına sen, ben, deniz, kum, ay ışığı... biz oluyoruz o anda nefes almak hızlı ama anlamlı gülümseyişim tebessüm ama hiç olmadığı kadar mutlu hislerim çok değil ama hiç olmadığı kadar derin bu ne huzur, bu ne mutluluk :) o da ne öyle, maviden griye griden karanlığa büründü gökyüzü boğuluyorum, hayır donuyorum hapsoldum camın içine ölüyorum ışıklar söndü neredeyim ben? ne? rüya mı? günaydın :(
Mazinin son kalan anılarını silerken zamandan, Bir damla gözyaşı düşer gözünden.. Belki son bir aşk sancısı, belki son bir kalp ağrısı Her neyse... Hazin bir son veda zamanı Ruhun kalbini de alıp özgürlüğe kanat açarken, Kuru bir yaprak gibi savrulursun bilinmeze. Ulu bir çınar istersin dalına tutunmak için, Çoğalıp yeşermek için, Mis kokulu çiçekler açmak için. Belki de kim bilir Yeni bir sevdaya yeşermek için...
Aşkımı bir bebeğin kalbine gizleyip, Küçük bir kayıkla okyanuslara sürdüm. Sensizliği gözlerinde, Seni kalbimde saklıyorum. Henüz varlığının ne demek olduğunu bilmezken, Sahip olduğun sevginin yokluğunu çekiyorsun. Gözlerinde silüetim, Burnunda tüten kokum, Kalbinde sevgim, Deli gibi özlüyorsun! Şimdi sen; Her yanını sarmış "ben"le, Bi çare dolaşıyorsun yollarda. Bense bir yabancının kollarında...
Seni siyah bir gecenin yastığına bıraktığımdan beri Rüyalarınla dertleşip, seni soruyorum… Issız bir dağ kasabasında, Çakıl taşlarıyla oyunlar oynayıp Bazen kederin dibini deşiyorum. Çoğu zaman susuyorum Sende susuyorsun ya, İşte o an ölüyorum…
Yalnızlığıma sığdıramıyorum bu aşkı, Yeni bir sebep olmalı Bir kuş düşmeli nasırlı ellerime Sonra canlanıp uçmalı Ama yalnızlığa sığmamalı bu aşk Sığdırmamalıyız…
Biraz korku, biraz telaş Neleri alıp götürdü benden, Bir dağ keçisinin inadına muhtacım, Çöldeki aslanın krallığı hiç yetmiyor. Şakaya düşen ciddiyetsizliğimde kaldım Umudum sensin, Oysa şu an yanımda olsan, yeterdin bana! Yeterdik birbirimize…
Dün tanımadığım biri, yüzüme bakıp: “ ne haber, birine mi benzettin, ne bakıyorsun” Dediğinde bile hiç sinirlenmedim, Surat bile asmadım… Önemsemeyişlerimin değişimindeyim. Bir sen, bir sen ve yine sen! Tek isteğim bu benim…
Soğuk gecelerin intikamında yapayalnızım Çoğulum hasretinde, bekleyişlerde Yani sevdiğim içimde taşıdığım ölüyü Atmak istiyorum, atamıyorum… Özlemine yenildim, tutmuyor ellerim Tutamıyorum ellerinden Ey sevgilim ölüyorum…
Bu kente, bu yağmurlara kızıyorum Olmadık zamanda ayırıyorlar bizi, Ne zaman elinden tutup, kırlara götürsem seni Ya durmadan yağmur yağıyor Ya da şehrin trafiği, hava kirliliği peşimizi bırakmıyor. Şimdi sen yokken (yanımda) Her şey çok güzel, yağmur yağmıyor Trafikle uğraşmıyorum, şaşırıyorum… Bu kenti hiç sevmiyorum…
“Gel” desen, gelecektim Ve bir daha yazmayacaktım. Ama yandı bir kere o ateş Yaktı beni Yaktı seni, Yaktı ikimizi de…
"Kendine iyi bak" derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet değil midir aslında seni seveni, ihtiyacı olanı yüzüstü bırakıp gitmek. "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Seni suskunluğa mahkum edip giderler. Seni parçalara ayırıp, en büyük parçayı yanlarına alıp giderler. Seni senden alıp giderler.
Daha kötüsü suçlayamazsın onları tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardır elbet. Suçlatmaz kendini. Savaşmadıkları için kızarsın ama suçlayamazsın. Savaşmışlarsa, yenildikleri için kızarsın ama suçlayamazsın. Yenildiğin için kızarsın ama suçlayamazsın. Ayrılığın kaçınılmazlığına inandırır seni, "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Elinden umutlarını, düşlerini, sevgilerini alıp giderler. Bir tek anıları bırakırlar geride, Bir de hatırladıkça gözyaşlarına boğulasın diye unutulmayan nağmeler.
Arkalarına bakmadan çekip giderler eğer yalnız kalmışsan, Çünkü insafsızlıklarını görmek istemezler. Herşey o saniye orada bitsin, kapansın bu sayfa isterler. "Bitti" diyemedikleri için, "Kendine iyi bak" derler. "Kırıldım ve affedemiyorum" diyemedikleri için "Kendine iyi bak" derler. "Seni istemiyorum artık, hayatımdan çıkaracağım ama bil ki hiç unutmayacağım" diyemedikleri için "Kendine iyi bak" derler. "Biliyorum çok kanayacaksın ama daha iyisini yapamıyorum" diyemedikleri için "Kendine iyi bak" derler. Vicdanlarını rahatlatmak için kendine iyi bak derler, Çünkü o kan uzun süre akacaktır ve o yara asla kapanmayacaktır, bilirler.
"Kendine iyi bak" bir noktadır çoğu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansın isterim ben. Oysa sen iyisin. Sen gözümdeki ışık, dudağımdaki tebessüm, sen içimdeki sevinçssin. Sen hayatıma renk katan, sen yüreğimdeki çarpıntı, sen hayatımdaki neşesin. Sen yolumu aydınlatan, sen dert ortağım, sen gönül yoldaşım, sen bir tanesin. "Kendine iyi bak" deme bana. Nokta koyma.
Keşke böyle yaşanmasaydı bazı şeyler, keşke affedebilsen beni, keşke ben de affedebilsem. Keşke döndürebilsek zamanı geriye. Keşke bugünkü aklımızla yaşasak herşeyi baştan. Nafile... Ama yine de, gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı? Sen eksikken, ben nasıl tam olurum? Senden kalan boşluğu kimlerle doldururum? Savaşsak, aramıza giren şeytanla olmaz mı? Hani büyük aşklar her türlü engeli aşardı, Hani gerçek dostluklar her sınavı geçerdi, Hani sevgi eninde sonunda kazanırdı? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek değerler vardı? Hani en büyük zaferler, en kanlı savaşların ardından kazanılırdı? Bunların hepsi yalan mı? Sahiden..., gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı?.
Peki o zaman... Senin istediğin gibi olsun... Öyleyse...Sen de "Kendine İyi Bak".
bugüne dek hiç saklamadım sevgimi haykırdım dört bir yandan yalnızlığında hep beni buldun yanı başında çünkü ben hiç terk etmedim seni ne zaman uçurumun kenarına geldin sevgime tutundun ne zaman mahsun bir çocuk gibi ağladın açtım kollarımı sana koşup sarıldın oysa ben hep yarım kaldım ben hep senin tarafından yarı yolda bırakıldım üzerinde yürüdüğüm o incecik çizginin bir aşk yanına, bir nefret yanına düşüp duruyorum perişanım artık savrulmaktan, düşüp kalkmaktan sen değil miydin asiliğime hayran olan şimdi sevgim gibi tutmuyorum nefretimi de haykırıyorum işte senin için yaptıklarıma boşmuş gibi davranmandan NEFRET EDİYORUM üzerimde yarattığın hiçlik duygusundan NEFRET EDİYORUM bir seviyor bir umursamıyor ruh halinden NEFRET EDİYORUM beni hapsettiğin bu sadakatsiz aşkından NEFRET EDİYORUM sana nefretim kan kırmızı... Nasıl oluyor bilmiyorum ama bunu da bil istiyorum seninle olmak istiyorum kanaya kanaya yaşamak istiyorum son nefesime kadar yana yana SENDEN NEFRET EDİYORUM
Bir sayı ne kadar derinden acıtabilir ki? sende düşündün mü acaba? öğrenmeyi istedim, uzattım sana elimi.. bulamadım ne bir ses, ne bir nefes... gözyaşlarım yastığıma düşerken ruhum beyhude savruldu sokaklarda yine yoktun yanımda şimdi anılarımızla dolu benliğimde bomboş ve yalnızım
Yıldızlara dokunabildiğim, Yağmurun yüreğime değdiği, Toprak kokusunun içime işlediği Düşler ülkesinden geliyorum... Bir gece ansızın yıldız kaydı, Ve bir dilek tuttum Ya tutarsa :)
Bakma yüzüme öyle ne olur. Elim kolum bağlı, dilime kelepçe vurmuşlar. Konuşamam! İçimde öyle derin bir yara var ki... Anlatamam! Ama bil, boşuna değil göz pınarlarımdaki yaşlar Böyle küskün durduğuma bakma Koşup boynuna atlamak ister gönlüm... Kırılıyorsam eğer, küsüyorsam sana çocukça Doluyorsa gözlerime yaşlar "nayır nolamaz" edasıyla, Türk filmi tadında Sana olan sevgimdendir ey dost Ne olur sırt çevirme bana Dayanamam buna.